Devletin Rantı Deniz

Günlük sohbetlerde “devlet malı”, “saçı bitmemiş yetim hakkı”, “Beyt-ül Mal” gibi kavramlaştırdığımız toplumsal hazineden ibaret zenginliğimiz için çok sık kullandığımız yakışıksız bir deyim vardır “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” gibi... Bu deyimi, taşıdığı anlamı ve bunu uygulayanları hiç ama hiç sevmem!.. Devletin malını deniz gören ve bunu yemeye niyetlenen domuzlar, tarihte “dörtlü ittifak” olarak adlandırılan bir dayanışmayı sergilerler. Bu “dörtlü ittifak”dediğimiz insan grupları birlikte hareket ettiği halde çoğu zaman bir araya gelmez. Hatta birbirlerine karşıymış gibi tavır alırlar. Her biri ayrı bir gruptur. Kendi içlerinde müthiş çatışmalar olur ama oyun kuralına göre oynandığında fazla gürültü çıkarmazlar. Ortak çıkarları söz konusu olduğunda, kolaylıkla bir araya gelip, birlikte hareket ederler. Bu gruplardan ilki için; yağmayı, rüşveti, yolsuzluğu bizzat doğrudan gerçekleştirenlerdir diyebiliriz. Karşımıza kimi zaman; işadamı, müteahhit, sanayici, esnaf, çiftçi yada şirket, dernek, vakıf, kooperatif gibi yasal kimlikli, gerçek ve tüzel kişiler olarak çıkarlar. İkinci grupta “mafya” sözcüğü ile niteleyebileceğimiz tipler vardır. Bunlar bazen yağma, rüşvet, yolsuzluk gibi işleri doğrudan kendi gerçekleştirir. Elde ettikleri yerleri kendi işletir, kiralar veya satarlar. Dikkatinizi çekmek istediğim diğer bir nokta da; bunların kimi zamanda birinci grupta yer alanları örgütlemesi ve elde edilen ranttan kendi payını almakla yetinmesidir. Çalışma yöntemleri açısından terör örgütlerini ve bazı dinsel yapılarıda bu grupta görebiliriz. Üçüncü grup, politikacılardan oluşur. Uzmanların görüşüne göre; politikacıların bilgisi ve isteği dışında devlet malına türlü adlarla el uzatılması, ufak tefek bireysel olaylar dışında neredeyse imkansızdır. Politikacıların bu tavırlarına etki eden nedenlerin başında ise; partililere çıkar sağlama, ideolojik bağlantılı kuruluşların gelişip kökleşmesi için zemin hazırlama, partiye geri dönüşüm sağlayacak işadamlarına rant yaratarak partiyi iktidarda tutma sayılabilir. Politikacıların; yolsuzluk, rüşvet ve yağma gibi olaylar karşısındaki tavırları, genellikle ilginç olmuştur. Bunları karşı taraf yaparken kendilerini çok namuslu, dürüst, vatansever ötekileri ise hırsız, soyguncu nitelemek gibi... Roller değişince, söylemler aynı kalmış ama söyleyenler yer değiştirmiştir. Dördüncü grup ise bürokratlardır. Bunlar genellikle, emir makamında oturan, üst düzey bürokratlardır. Bürokrasi de bir yere gelebilmek için ya baştan beri politikanın içinde olmak yada politikacıya ilerisi için umut vermek gerekir. Bu kişiler yetkili makama geldiğinde, artık politikacı ile işbirliği yapmak zorundadır. Çünkü göreve; ehliyet ve liyakat esası ile gelmemiştir. Bu sebeple, bürokrasinin bahsettiğimiz kesiminin görevi; yolsuzluk, rüşvet ve yağmaya kılıf uydurmak hatta gerekirse planlamaktır. Saydığımız bu dört grubun ortak noktalarından biri, maddi veya politik çıkar diğeri ise yasa tanımazlıktır. Bütün bu yazdıklarımız; Türkiye’nin yüzyıllar boyunca karşı karşıya kaldığı gerçeklerden yalnızca birisidir. Türk Milleti; yüzyıllardır milli ve manevi değerleri kullanılarak aldatılmıştır. İçinde yaşadığımız bu dönem de yaşanılanlarda ibret almamız gereken hadiselerdir. Yanlışlıkları yapanlardan ziyade, bu yanlışlıkları türlü kılıflarla mazeret üreterek hoş görenlerin, yaptıkları asla kabul edilemez. Bir çıbanı patlatır cerahatı akıtabilirsiniz ancak çıban üreten hastalık daha bir çok çıbanların oluşumuna neden olur. “Benim hırsızım iyidir” anlayışı hastalıklı bir zihniyetin ifadesidir. Hele kendisine dini referans vererek siyaset yapan veya din adına konuşanların “gelişmenin rantı olur” iddiası, mütedeyyin insanları aldatma ve kandırmadan öte bir şey değildir. Yolsuzlukların, rüşvetin ve yağmanın üstünün kapatılmaması için tek çözüm; halkın kendi malı olan devletin malına ve dolayısıyla istikbaline sahip çıkmasıdır. Gelin bunlara; devlet malının yenilemeyeceğini ve kursaklarında bırakacağımızı hep birlikte gösterelim...