Yazarımız Pehlivanoğlu Yenises Dergisi’ne Röportaj Verdi
Yazarımız Av. Özcan Pehlivanoğlu, Yenises Dergisine bir röportaj verdi. Balkan Türkleri, dünyada yaşayan Türkler, Türk dünyasındaki gelişmeler ve siyaset konularında çeşitli sorulara cevap veren Pehlivanoğlu, verdiği röportajda şunları söyledi:
YENİSES: Sayın Başkanım; Öncelikle Rumeli, Balkanlar ve Batı Trakya kavramlarını biraz açabilir miyiz?
PEHLİVANOĞLU: Rumeli, Balkan , Trakya ve Batı Trakya kavramları birbirine karışmıştır. Aslında bu kavramlar hepsi bir bütünü ve o bütünün içindeki parçaları ifade eder. Bu kavramlar üzerinde yaratılan ayrıştırıcı tartışmalar yüzünden Balkanlardan anavatana göç etmek zorunda kalan muhacirler arasında kafa karışıklığı yaratılmış ve bu sebeple de muhacirlere kucak açan Anadolu Türkleri’de meseleyi kavramakta zorlanmışlardır. Rumeli, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun idari sisteminde bölgeye verdiği isimdir. Balkan ise öz türkçe bir kelime olup, dağlık, yeşillik ve suyu bol anlamındadır. Beş bin yıldır bu coğrafyada bulunan Türk Milletinin vatanlaştırdığı topraklara koyduğu ad “Balkanlar”dır. Uluslararası terminolojide de bölgenin adı “Balkanlar”dır. Ancak küresel güçler Balkanlar adını silmek için bölgeyi “Güney Doğu Avrupa” olarak adlandırmaktadır. Trakya ise bahsettiğimiz Balkan topraklarının içinde yer alan bir parçaya verilen addır. Batı Trakya’da bu toprak parçasının Yunanistan ve Bulgaristan’da kalan kısmıdır. Doğu Trakya ise bizim İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne ve Çanakkale ilimizin bir kısmını içine almaktadır. Trakya doğusu ve batısı ile bir Türk toprağıdır. Bu nedenle Rumeli veya Balkanlar deyince, İstanbul ve Marmara’nın batı kıyılarından Viyana kapılarına kadar uzanan geniş bir coğrafyayı anlamak lazım…
YENİSES: İstanbul’dan daha önce fethedilerek Osmanlı Cihan Devletinin sınırlarına dâhil edilen ve Evlad-ı Fatihanın yaşadığı Balkanların Türk tarihindeki yeri ve önemi nedir? (Tarih, kültür, medeniyet açısından)
PEHLİVANOĞLU: Bir defa önemli bir yanlışı düzeltmek gerekiyor. Balkanlar Osmanlı Türk İmparatorluğu döneminde fetih edilmiştir. Süleyman Paşa’nın 1352 yılında Çimpe Kalesi’ni fethi bunun başlangıcı olarak kabul ediliyor. Ancak Türklerin Balkanları Türkleştirmesinin tarihi yaklaşık beşbin yıl öncesine gidiyor. Ön göçlerle kuzeyden Avrupa’ya ve Balkanlara gelen Türkler, bu topraklarda onlarca devlet kuruyor. Onun için Balkanlarda Türklerin tarihini Osmanlılarla başlatmak büyük bir yanlıştır. Peçenek, Kuman , Oğuz, Çepni, Kıpçak, Avarlar,Tatar gibi Türk boyları ve Türk oldukları şüphe götürmez olan Bulgarlar ve Hunlar, Osmanlı’nın bu topraklara gelmesinden binlerce yıl evvel bu toprakların sahibi konumundadır. Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun bu topraklara gelişi kardeşleri ile buluşması mahiyetindedir. Onun için fetih çok kolay sonuçlanmış ve Osmanlı Balkanlarda 600 yıl civarında hükümran olmuştur. Ancak Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesi ile Türk varlığı, bu topraklarda nihayetlenmemiş ve onca bitip tükenmez saldırıya rağmen günümüzde de varlığını olanca gücüyle sürdürmektedir. Bu da bize Türk varlığının, Balkanlarda nasıl bir köklü güce dayandığını göstermektedir. Türklerin yürüyüşü daima batıyadır. Bu nedenle Türkler, milli mefkureleri sonucu Avrupa’ya ve Avrupa’nın bir parçası olan Balkanlara gelmişlerdir. Türkler bu mefkurelerinden vazgeçmedikleri sürece Balkanlarda ve Avrupa’da var olmaya devam edeceklerdir. Bu sebeple Türkler, Balkanlarda büyük eserler bırakmışlardır. Ancak Balkanlarda Türk varlığını silmeyi kafasına koymuş olan haçlı zihniyeti bu eserlerin çoğunluğunu yok etmeyi başarmıştır. Osmanlı Türk dönemine ait eserlerde aynı akibete uğramasına rağmen, ayakta kalanlar Balkanların ne kadar Türk olduğunu anlatmaya yetmektedir. Ayrıca Türk kültürü ve Türk dili Balkanlarda en kılcal damarlara kadar sinmiştir. Yapılan arkeolojik, etnografik ve sosyolojik çalışmalarda Türk kültürünün hakim ve baskın bir kültür olarak yaşadığını, günümüzde de çok net olarak görüyoruz. Ayrıca Balkan nüfusunun yüzde yirmibeşinin Müslümanlardan oluştuğunu bilirsek ne ile karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz. Balkanlardaki Türk ve akraba topluluğumuz oluşturan Müslümanların, dini ve milli günlerde on binlerle ifade edilen kalabalıklarla bir araya geldiğini öğrenirsek , Balkanlarla olan mili ve dini bağımızı daha iyi anlarız diye düşünüyorum.
YENİSES: Balkanların jeopolitik ve stratejik açıdan dünyadaki konumu ve önemi?
PEHLİVANOĞLU: Balkanların stratejik önemini anlatmanın günümüzde pek bir değeri olduğunu zannetmiyorum. Çünkü bu önem herkes tarafından ve Türk aydınlarınca da kabul edilen bir durumdur. Artık yapılması gereken bu önemli coğrafyada Türk Milletinin ve akraba topluluklarımızın (Boşnak,Arnavut,torbeş,pomak,goralı,çingene vs.) varlığının korunması ile ecdatın binlerce yıllık müktesebatına sahip çıkılmasıdır. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının sürdürmesi açısından da elzemdir. Küresel güçler ile bu güçleri arkalayan devletlerin her zaman Balkanlar üzerinde hesapları olmuştur. Bu sebeple Balkanlar Osmanlı’nın gücünü yitirmesi ile işgallere uğramıştır. Bu işgallerin başlıca sebebi Balkanların yer altı ve üstü zenginliklere , su kaynaklarına ve geniş tarım alanlarına sahip olmasıdır. Son dönemde de ABD bölgede varlığını artırarak geliştirmektedir. AB’de Bulgaristan ve Romanya’yı tam üyeliğe kabul ederek siyasi bir atak yapmıştır. Romanya sınırları içinde yer alan uçsuz bucaksız Tuna Ovası’nın, AB içinde Fransa’dan sonra en büyük tarım arazisi olduğu bilinirse Balkanların önemi anlaşılır diye düşünüyorum. Askeri açıdan da Balkanlara sahip olmak dünyanın geniş bir bölgesini kontrol altında tutmak demektir. Bu sebeple ABD dünyadaki en büyük askeri üslerinden birini Kosova’da kurmuştur.
YENİSES: Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük bir misyon yüklenen Gönül Erleri Alperen ve Gazidervişlerin Balkanların Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında da fonksiyonları olmuş mudur? Örnekler verebilir misiniz?
PEHLİVANOĞLU: Gazi dervişlerin ve Alperenlerin Balkanlarda Türk ve İslam varlığının pekişmesinde en önemli etkenlerden biri olduğu tartışmasız bir tarihi gerçektir. Ben kendimde bir Türk olmama rağmen, Türkleri her zaman asimilasyona yatkın bir millet olarak görmüşümdür. Bunu Balkanlarda görmek çok olasıdır. Balkan nüfusunun neredeyse tamamına yakını Türk kökenlidir. Ancak dillerini ve dinlerini unuttukları için kendilerini başka milletlerin ferdi olarak görmeye başlamışlardır. Gazi dervişlerin ve Alperenlerin en önemli rolü Balkanlara Anadolu’dan göç edenler ile Balkanlarda yaşayan Türklerin dil ve dinlerini unutmamalarını ve unutanlara hatırlamalarını sağlatmalarıdır. Sarı Saltuk bunun en bariz örneğidir. Bir efsane olarak Balkanların her yerinde yaşamakta ve her dine mensup insan tarafından saygı ile anılmaktadır. Örneğin Bulgaristan’daki Demir Baba da aynı özelliklere sahip bir derviştir. Türbesi ve dergahı her yıl yapılan ve yaklaşık otuz bin Türk’ün katıldığı anma toplantılarına katılmak suretiyle, mutlaka her Türk tarafından görülmelidir. Niye görülmelidir diyorum, çünkü söz bazı şeyleri anlatmaya kafi gelmez…Bunlar gibi yüzlerce örnek vardır ve Balkanlardaki Müslüman Türkler bu gazi dervişleri ve alperenleri günümüzde de hakkıyla anmaya çalışmaktadır. Ayrıca tarikatların varlığı ve önemi Balkanlarda daha iyi anlaşılır. Türk varlığı Balkanlarda Halveti, Rıfai, Mevlevi tarikatları başta olmak üzere diğer tarikatlar ve Bektaşilik ile ayakta kalmıştır. Ancak bu, Türkiye ve Türk Milletini teslim almak üzere hareket eden günümüzdeki tarikat anlayışı ile karıştırılmamalıdır.
YENİSES: Sosyal olayları sebep ve netice bakımından, matematik ve fizik kanunları gibi mutlak olarak formüle edemeyiz, ama Müslüman Türk Milleti olarak Balkanlarda baharda doğuşumuzu; kuruluşumuzu, ulu bir çınar gibi büyüyüp dal budak salışımızı; yazın meyveye duruşumuzu; yani gelişmemizi, güzün kuruyup hazana dönüşümüzü; duraklayışımızı ve kışın ölüşümüzü; Balkanları ıstıraplarla terk edişimizi, milli tarih felsefesi açısından yorumlayabilir miyiz? Neden bunlar başımıza geldi?
PEHLİVANOĞLU: Türk Milleti tarih sahnesinde yeryüzünün gördüğü en büyük milletlerden biri hatta en büyüğüdür diyebiliriz. Bu nedenle büyük devletler kurarak, büyük bir uygarlığın sahibi olmuştur. Bu büyük uygarlık, Avrupa ve Avrupa’nın bir parçası olan Balkanlara kadar uzanmıştır. Türk Milletinin İslam öncesi, inanç ve yaşam felsefesine bakınca, İslam’ın temel felsefesinden pek de uzak olmayan bir yaşam tarzı ve idealleri olduğunu görüyoruz. Bu Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kuruluşu ve gelişimi ile kendini “Cenab-ı Allah’ın nizamını cihana hakim kılmak “ olarak daha bir pekiştiriyor. Böyle bir ideali önüne koyan milletimiz, gözünü budaktan sakınmayarak, gereğini canını hiçe sayarak yapmaktan çekinmiyor. Başarıya da ulaşıyor. Ancak Türk Milletinin üstün vasıfları olduğu gibi zafiyetleri de var. Örneğin rahata ermek Türk Milletine hiç yaramıyor. Unutkanlık, çok büyük bir hastalık . Ayrıca aşırı güvenden dolayı tedbir almıyor. Nasıl olsa bana bir şey olmaz düşüncesinde. Bu yüzden çıktığı zirveden iniyor. Oysa bu kadar büyük özelliklere sahip bir milletin daima dünyanın hakimi olması ve dünyayı yönetmesi gerekiyor. Onun için Türk, atalarının kendisine bıraktığı öğütleri mercekle göz altına alıp, satır satır tefekkür ederek okumalı. Böyle yaparsa hatalarını ve eksikliklerin görür, yanlışta tekrara düşmez ve çok sık yaşadığı felaketlerle karşı karşıya kalmaz.
YENİSES: Neden Balkan Faciası, Balkan Bozgunu ve Balkan Acısı? Türk tarihinde birçok mağlubiyetlerimiz ve çöküşümüz var, ama oralarda bu tabirleri fazla kullanmıyoruz. Neden özellikle facia, bozgun ve acı gibi bizi kahreden bu kavramları Balkanlarla ilgili olarak kullanıyoruz?
PEHLİVANOĞLU: Türk tarihinde zaferler olduğu gibi bozgunlarda var. Tarihçiliğimiz mualesef çok kısır. Bu sebeple ne zaferlerimizi ne de bozgunlarımızı analiz edip yorumlayabiliyoruz. Ancak bir millet geleceğine sahip olabilmek istiyorsa bunu yapabilmeli. Balkan faciası ya da bozgunu henüz çok yeni… Daha henüz unutulmadı ve unutturulmak istenmesine rağmen bir direnç sebebiyle unutturulamadı diyelim. Ama Balkan Savaşları gerçekten bir bozgundur. Dönemin tüm yazar çizerleri bunun bir bozgun ve utanç olduğu konusunda birleşmişlerdir. 1.500.000 milyon insanımız hayatını ve devletimizde 15 gün içinde 168.000 kilometrekare toprağını kaybetmiştir. Milyonlarca insanımızda Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Türk tarihinde yaşanılan bozgunların ve utançların unutturulma nedenlerinden en önemlisi, Türklerin tarihte yaşananlardan ders almayarak yeni bozgunlara tedbirsiz yakalanmasını sağlamaktır. Kanaatime göre başına gelen rezillikleri anlatma konusunda bu kadar ketumiyet içinde olan başka bir millet daha yeryüzünde yoktur. Tarih açısından yakın bir süreç olarak kabul edilecek olan Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, İstanbul ve Anadolu’nun işgali sırasında yaşananlar ve daha dün Kıbrıs’ta başımıza gelen rezillikler Türk Milletine anlatılmamıştır. Bilenlerimiz ise derin bir sessizliğe bürünmeyi tercih ederek, bu davranışlara maruz kalan milletimize bunları anlatmayı zul olarak görmüşlerdir. Ben zaferlerin iyi anlaşılması ve bozgun ile utançlarla da yüzleşilmesi gerektiğini düşünüyorum…Bu yıl Balkan Savaşları’nın (1912-2012) 100.Yılıdır. Yine Balkan Savaşları hakkıyla anılmıyor ve bu bozgunla yüzleşilmiyor. Bunun ayıbıda hepimize ait. Bana göre ecdatın kemikleri sızlıyor.
YENİSES: 250 bin şehit vererek düşmana geçit vermediğimiz Çanakkale üzerinde hassasiyetle durulurken, 1 milyon 500 bin Türk çocuğunun telef olduğu Balkan Bozgunu üzerinde niye duyarsız davranıyoruz? Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
PEHLİVANOĞLU: Bunun en önemli nedeni içimizdeki gafil ve işbirlikçi hainlerdir. Balkanlar Avrupa’da olduğu için , Avrupa’daki Türk varlığı unutturulmak ve yok edilmek istenmiştir. Oysa biz AB’ye girmeye çalışıp kendimizin Avrupalılığını ispata çalışıyoruz. Halbuki Balkanları bilirseniz binlerce yıldır Avrupalı olduğunuzu da olduğunu bilirsiniz. Ayrıca Balkan Savaşları’nda meydana gelen hadiseler Türkler açısından inanılmaz gaflet ve ihanet örnekleridir. Bunlar öğrenilirse yeni gafletlerin ve ihanetlerin zemin bulması mümkün olmaz. Bunlar öğrenilmemeli ki ,Türk Milleti yeni ihanetlerle karşı karşıya kalsın. Bu gün Türkiye , Balkan Savaşları öncesi ve sırasında yaşanan benzer olayları ve ihanetleri yaşıyor. Eğer Türk Milleti bunları bilse ve mukayese yapabilse, bu gün yaşananlara karşı tedbir alacak. Onun için Balkan Savaşlarını ve kayıplarını bilmemeli !!! Balkan Savaşları’nı ve sonuçlarını bilmesine rağmen bunları Türk Milletinle paylaşmayan kim varsa Türk Milletine karşı bir ihanet içindedir. Ben Çanakkale Savunması’nın ve şehitlerimizin anılmasını takdirle karşılıyorum. Ancak Çanakkale Savaşı’nın sebep ve sonuçlarını da Türk Milleti çok iyi bilmelidir. Hamaset ve duygularla yapılan anmaların bizi bir yere götürmediği kanaatindeyim. Öyle olmasa Çanakkale Savaşı’ndan bir buçuk yıl önce meydana gelen Balkan Savaşlarını bilir ve Çanakkale’den altı misli fazla insan kaybettiğimiz bu savaşları da hakkıyla anardık… Keza Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nı da. Böyle yapmadığımız bir gerçek. Öyleyse bu gerçek sorgulanmalı ve gerçekleri bizden kaçıranların yakasına yapışılmalıdır.
YENİSES: Balkanlarda bugün sosyal ve kültürel hayat, siyasi ve ekonomik yapı, dini ve manevi durum, Osmanlı mirası tarihi eserlerimiz ne vaziyette? Her şeye rağmen ümitvar mıyız?
PEHLİVANOĞLU: Soğuk savaşın sona ermesi ile Türk tarafı Balkanlarda bir insiyatif alma fırsatı yakalamıştır. Daha önce de söyledim. Balkanların nüfusunun %25’i Müslümandır. Dini kıbleleri Mekke, siyasi kıbleleri ise Ankara’dır. Bu gerçek onca baskı ve zulme karşılık değiştirilememiştir. Bu fırsat devletimiz ve milletimizce değerlendirilmelidir. Devletimizin yapamadığı, yetişemediği işlere vatandaşımız koşmalıdır. Nihayetinde son 20 yıldır Türk insanı Balkanlara koşarak oradaki kardeşleri ile kucaklaşmaktadır. Bunu artırılması gerekmektedir. Türk hükümetlerinin Balkanlardaki Türk varlığı konusunda daha milli davranmasını bekliyoruz. Balkanlardaki bütün ülkelerde Türk varlığı maddi ve manevi olarak ayaktadır. Türkler siyasette, ekonomide, sanatta, kültürde, bilimde Balkanlardaki yaşama damga vurmaya devam ediyorlar. Yeter ki, biz onların varlığından haberdar olalım ve desteklerimizi onlardan eksik etmeyelim. Benim okurlardan bir isteğimde Balkanlar konusunda ilişkiler geliştirilsin diye Türk Siyaseti üzerinde baskı kurmalarıdır. Ne yazık ki; Türk siyasetinin çoğunluğu Türk Dünyası’na uzak siyasetçilerden oluşuyor. Ben Balkanlar ve Türk Dünyası’nın başarısı açısından çok ümitliyim. Çünkü Türk Milleti az imkanla çok iş yapmaya yatkındır.
YENİSES: Türkiye’nin Batı Trakya ile ilgili dış politikası (varsa) ne durumda? Ve ne olmalı?
PEHLİVANOĞLU: Türkiye’de Balkanlar konusundaki bir yanlış algıda “Batı Trakya Meselesi”dir. Türkiye’nin Lozan’dan bu yana Balkan politikası Batı Trakya ve Batı Trakya Türkleri üzerine şekillenmiştir. Bu yanlış bir politikadır. Böyle olunca halkımız Balkan denilince Batı Trakya’yı anlamıştır. Halbuki Batı Trakya bizim dış politikamızda çok önemli bir unsur olmasına rağmen 550.000 kilometrekarelik Balkan topraklarında çok ufak bir yeri teşkil eder. Biz böyle bir yanlışa düşerek Balkanlardaki diğer Türk varlığını cumhuriyet tarihi boyunca ilgiden mahrum bıraktık. Batı Trakya ile ilgilenmemize rağmen Yunan tarafının bölgede yaşayan Türklere uyguladığı zulüm ve asimilasyon içeren politikalarının önüne geçemedik. Hem de Yunanistan’ın 1980 yılından itibaren AB üyesi olmasına rağmen. Bence her Türk evladı, Lozan Anlaşması ile Yunanistan’a rehin olarak bırakılmış olan Batı Trakya Türkleri’nin sorunları ile ilgilenmeyi bir görev saymalı ve bu görevi eksiksiz yerine getirmelidir. Onlar, bana göre bizim huzurumuz için orada esirdirler.
YENİSES: Israrla üzerinde durduğunuz; Batı dünyasının ve özellikle kilise gücünün, milletimizi ve üzerinde yaşadığımız coğrafyayı bizden daha iyi tanıdığı ve ona göre strateji geliştirdiği konusunu örneklerle biraz açabilir miyiz? İşe nereden başlamalıyız ve insanlarımızı nasıl aydınlatmalıyız?
PEHLİVANOĞLU: Her Türk evladı şunu iyi bilmelidir ki; haçlı zihniyeti Türksüz bir dünya tasavvur etmekte ve bunun için bitmez tükenmez bir sabırla planlarını uygulamaktadır. Niçin böyle bir değerlendirme yaptığım aklınıza gelebilir. Balkanlarda yaşadıklarımız ,bize bunu öğretmiştir. Bunun nedeni ise Türk Milleti’nin İslam’ın bayraktarı olmasıdır. Yani bir dinler savaşı vardır ve İslam’ın yenilmesi için İslam’ın korkusuz cengaveri Türk Milleti yok edilmelidir. Dün Balkanlarda bu gün ülkemizde yaşananların altında bu neden yatmaktadır. Bu plan kilise kaynaklıdır. Balkanlarda Türk ve Müslümanları soykırıma tabi tutan planların yapımcısı ve uygulayıcısı kilisedir. Katliamların başında papaz ve piskoposların bulunması bunun en bariz kanıtıdır. Bu konuda kilisenin yani Vatikan’ın ve İstanbul’daki başpapazlığın büyük bir birikimi vardır. Onun için karşımızdaki gücü hafife almadan, karşı stratejiler üretmemiz gerekmektedir. Ancak son dönem de ülkemizde misyonerlik ve yeni kiliselerin açılmasına gösterilen müsamaha ve de dinler arası diyalog tuzağı; Balkanlara ve en son Kıbrıs’ta yaşananlara bakarak bizi çok tedirgin etmektedir. Bu işlerden kurtulmanın ya da güçlü bir şekilde mücadele edebilmenin yolu Ankara’da Türk evlatlarının iktidar olmasından geçmektedir. Ben Türk Milleti’nin Türkiye’de iktidar olmayı başardığını düşünmüyorum. Eğer kendi ülkenizde iktidar ve muktedir değilseniz, sınırlarınız dışında yapacağınız şeyler güdük kalmaya mahkumdur. Ben her bir Türk evladının, Ankara’da Türk Milletinin iktidarı için çalışmasının yapılması gereken en önemli birinci iş olarak görüyorum.
YENİSES: Balkanlar ve strateji uzmanlığınız yanında siyaset ve futbol hakemliği kimliğinizi de unutmayalım. Milletler mücadelesinde bir güç gösterisi olarak değerlendirdiğimiz sporu ve futbolu salt futbol olarak değerlendirmediğinizi düşünüyorum. Türkiye’yi, Balkanları ve Batı dünyasını tanıyan bir aydınımız olarak ve tecrübelerinize dayanarak, geleceğimiz olan ve yeni ufuklara yelken açacak olan gençlerimize Dergimiz YENİSES aracılığıyla ulaştıracağınız bir mesajınız var mı?
PEHLİVANOĞLU: Her Türk çocuğu siyaset yapmalıdır. Ana ve babalar çocuklarını siyaset yapmaları konusunda teşvik etmelidir. Eğer bu alanı boş bırakırsanız doğanın bir kanunu olarak boşluk birileri tarafından hem de hemen doldurulmaktadır. Türk aileleri çocuklarını siyasetten uzak tutmuştur. Bu nedenle siyaset mikro milliyetçilerin kontrolündedir. Türk gençleri siyasete girerek bunu kırmalıdır. Ben de bu anlamda siyaset yapıyorum ve halen MHP’nin Merkez Yönetim Kurulunda görevliyim… Yaklaşık otuz yıl futbolun içinde bulunan bir kişi olarak söyleyebileceğim tek şey “futbolun afyon niteliğinde bir uyuşturucu olduğu”dur. Futbolun bu özelliği dünyanın hükümdarları tarafından keşfedilir keşfedilmez, futbol insanları uyutmak için kullanılmıştır. Günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. Ülkemiz onca yaşamsal sorunla karşı karşıyayken, futbolcu transferleri ile uğraşan ve takımının onbirini ezbere sayan milyonlarca insanımız vardır. Ancak bunlara ülkeniz sorunlarını say deseniz dilsiz papağan gibi susup kalırlar. İşte futbol böylesine kirletilmiş bir spor dalıdır. Gençler boş işler yerine faydalı işler ile uğraşsınlar. Türkiye’nin Balkanlardaki gibi gazi dervişlere ve ülkesine ışık olacak alperenlere ihtiyacı var. Biz futbola değil onlara bakalım… Ayrıca gençlerimiz çok iyi eğitim almalı ve mutlaka en az iki yabancı dili iyi bilmelidir. Bir dalda çalışarak ihtisaslaşmalı ve bir gün bir vazifeye adam arandığında onu en iyi yapacak şekilde hazır olmalıdır. Yaşam felsefesini, dini ve milli yapımızdan esinlenerek oluşturmalı, kendi menfaatlerini gözettiği kadar toplumsal menfaatleri de gözetmelidir. Nefisler mutlaka terbiye edilmelidir. Ben demeden biz demeyi öğrenmeli ve buna göre yaşamayı başarmalıdır. Gelişmeler, yarınların bu günlerden daha çetin geçeceğini göstermektedir. Türk gençleri zorlu günleri ancak böyle aşabilecektir.
YENİSES: Sayın Başkanım; vereceğiniz aydınlatıcı bilgiler için şimdiden teşekkür ederiz. Son olarak dünyanın ve Türkiye’nin yeniden şekillenmesinde basının önemi ve Dergimizle ilgili duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
PEHLİVANOĞLU: YENİSES DERGİSİ gerçekten önemli bir misyonu yerine getirmektedir. Bu misyonun önemi gelecekte daha iyi anlaşılacaktır. Bu hep böyle olmuştur. Türkiye’mizde medya ihanetin kontrolünde olduğu için derginizin önemi çok büyüktür. Çünkü siz Türk Milleti için düşünmekte ve yazmaktasınız. Bu anlamda Türk Milleti açısından değerinize paha biçilemez. Hepimize düşen görev YENİSES DERGİSİ’ni mümkün olduğunca Türkiye’de ve Türk Dünyası’nda okunmasına katkı sağlamaktır. Ancak o zaman hedefe ulaşılabilir. Emin olun ki; Türk Milleti’nin evlatlarından ziyade Türk Milletine düşman olanlar derginizi satır satır okumakta ve sizin öneminizi bilmektedir. Bu ayıbımızı ortadan kaldırarak hayrımıza çıkan bu yayınları okumalı ve okutmalıyız… Buradan sizin aracılığınızla bütün okuyuculara ve fikirdaşlarıma selam ve saygılarımı sunuyorum.